Küfe Şiiri - Mehmet Akif Ersoy Safahat - Yusuf Ziya Özkan

  • 10 years ago
Küfe

Beş on gün oldu ki, mu'tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.

Bizim mahalle de İstanbul'un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!

Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.

Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!

Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,

- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden -

O sâlhûrde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına

Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.

Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,

Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.

- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ontasında böyle daha!

O anda karşıki evden bir onta yaşlı kadın
Göründü:
- Oh benim oğlum, gel etme kırmasakın!

Ne istedin küfeden yavrum? Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok

Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!

Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?"

Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü...
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:

- Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol şuradan!
Ne dırlanıp duruyonsun sabahleyin onadan?

Benim içim yanıyon: Dağ kadar babam gitti...
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?

Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
- Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...

Adın nedir senin, oğlum?
- Hasan.
-Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.

Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.

O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,

Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu sözlâkin?

Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.

- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:

"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...

Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!

Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;

Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?

Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih'e çıktık ikindi üstü biraz.

Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:

O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!

Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden...